Dachau Toplama Kampı; İnsanlığın Unutulduğu Yer
Münih gezisi öncesi gezilecek yerleri araştırırken Dachau benim için en ön sıradaydı. Orada bulunmak orayı görmek çok istiyordum. Polonya’da AUSHWİTZ ziyareti sırasında kendine gelemeyen ve bizi vazgeçirmeye çalışan arkadaşlarımızın söyledikleri pek fayda etmedi. Bu vahşeti herkesin görmesi ve anlaması gerektiğine inananlardanız.
Dachau Hakkında
Dachau, Almanya‘nın güneyinde bulunan Bavyera eyaletine bağlı Münih‘in yaklaşık 16 km uzağında yer alan bölgede, terk edilmiş bir barut ve mühimmat fabrikası arazisinde bulunuyor. Dönemin polis şefi bu alanda keşif yaparak buraya bir toplama kampı yapılmasını uygun gördü. Kamp, 1933 yılında bir hapishaneden 200 mahkumun nakledilmesiyle açıldı. Dachau, sonraki tüm toplama kampları için bir model ve SS toplama kampı muhafızları için bir eğitim merkezi olarak işlev gördü. 1933 ile 1945 yılları arasında Dachau’da 200bin’den fazla kişi mahkum edildi.
Bu kamp Nasyonel Alman işçi partisi ve Alman halk partisi tarafından kurulan ilk toplama kampıdır. Göz alabildiğince büyük kamp tam tamına 45bin kişinin mezarı olmuştur.
Savaşın ilk yılında kampın kapasitesi, 5.000 kişiydi. Kamptaki esirler başlangışta Alman Komünistleri, Sosyal demokratlar, işçi sendikaları ve Nazi rejiminin diğer siyasi muhaliflerinden oluşuyordu. Zaman içinde Yehova Şahitleri, Romanlar, eşcinseller, “asosyaller” ve aynı suçu yeniden işleyenler gibi başka gruplardan da insanlar, Dachau’ya getirilmeye başlandı. İlk yıllarda görece az sayıda Yahudi, Dachau’da hapsedildi ve genellikle bu kişiler, yukarıda belirtilen gruplardan birinden geliyordu ya da daha önce cezaevi mahkûmiyetlerini tamamlamış, ancak 1935’te Nuremberg Yasaları’nı ihlal ettikleri gerekçesiyle yeninden hüküm giyen kişilerdi.
Dachau Gezi Notları
3 euroluk bir ücret ile arabanızı otoparka bırakabiliyorsunuz. Otoparktan sonra 7-8 dakikalık bir yürüyüş yapıyor ve AUDIO GUIDE alabileceğiniz alana ulaşıyorsunuz. Bu yolu yürürken karşıdan kampı gezmiş insanlar geliyordu ve yüzlerindeki hüznü, acıyı, öfkeyi görebiliyordunuz. Ne olabilir ki diye içimizden geçirirken ilk tabela karşımıza çıktı. Bu bilgilendirme tabelası, kaç kişinin öldürüldüğü ve kaç kişinin mahkum olarak buralarda işkenceye maruz kaldığını yazıyordu.
4,5 euro karşılığı audio guide alabiliyorsunuz. Türkçe dil desteği de mevcut. Biraz daha yürüdükten sonra Dachau kapısına geliyoruz. Kapının tam girişinde harap bir biçimde duran tren raylarına gözünüz takılıyor. Bu tren rayları buraya yıllarca mahkumları taşımış ve her şey aslında buradan başlıyor. Gelen mahkumları bir süre kampın biraz daha ilerisinde bulunan alana alıyorlar ve sağlık taramalarını yapıyorlar. Sonrasında bu kapıdan içeriye girişler başlıyor. Kampın giriş kapısında “ARBEITT MACHT FREI” (Çalışmak Seni Özgür Kılar) yazıyor.
Naziler, bu sloganla tüm dünyaya, kampa getirdikleri insanların çalıştıkça özgürleştikleri yalanını yaymaya çalışıyorlardı. On binlerce muhalif bu kamplardaki gaz odalarında öldürüldü. Çok daha fazlası da yine bu kamplardaki ağır çalışma koşulları ve türlü işkencelerle öldürüldü. Çalışmak özgürlük değil, acı ve ölüm getirdi. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels, 1933 yılında ortaya attı bu sloganı. Bu sloganın yazılı olduğu kapılardan sağ girip ölü çıkanların yakınları, Nazilerden nefret eden Almanlar ve bütün dünya artık bu sloganı ağzına almıyor ve hafızasından silmeye çalışıyor.
Kapıdan içeri girdiğimizde orta alanda bir avlu ve etrafında yapılar görüyoruz. Girdikten sonra hemen sağ taraftan devam ediyoruz ve her yerde gözetleme kuleleri, elektrikli teller gözümüze çarpıyor. Bir an kendimizi burada bir mahkum gibi hissediyoruz. Mahkumları tutulduğu, demir parmaklıklı alana geliyoruz. 5-6 m2’lik ve küçük bir camı olan odalarda küçük bir tuvalet ve lavabo mevcut. Yüzlerce küçük odadan oluşan bu hapishaneye girdiğinizde insanların bağırış ve çığlıklarını duyar gibi oluyorsunuz. Herhangi bir restorasyon yapılmamış ve hala ilk gün ki gibi duruyor.
Oradan çıktıktan sonra karşı tarafta bir binaya giriyoruz ve burası da Dachau’da ölenlerin anısına yazılmış yazıların ,eserlerin ve çeşitli ülkelerden gelen plaketlerin sergilendiği bir alan. İnsanlık tarihinin utanacağı bu olay herkes tarafından görülmeli ve hafızadan silinmemeli.
Toplama kampının tam ortasında bu kampta ölenlerin anısına bir anıt yapılmı. Anıtı solumuza doğru alıp karşı tarafta bulunan yatakhanelere geçiyoruz. Yatakhane küçük ve çok fazla ranza var. Ranzalar ahşaptan yapılmış ve insanlar aylarca, yıllarca bu ranzada uyumaya çalışmış, işkence görmüş. Yatakhane yanında Roma tuvaletlerini andıran bir tuvalet ve 5-6 musluklu yuvarlar bir çeşme var.
Yatakhaneden çıktıktan sonra Krematoryuma doğru yürüyoruz. Krematoryum kamp alanının diğer ucunda bulunuyor. Krematoryuma yürürken yol boyunca sağlı sollu boşluklar görüyoruz. Tüm bu boşluklarda daha önce mahkumların kaldığı yatakhaneler varmış. Binlerce yatakhane, ve bu yatakhanelerin konulduğu sınırlar belli. O kadar çok yatakhane varmış ki biz sayamadık.
Ağaçlı bir yoldan yürüyoruz ve mahkumların ibadet edebildiği kiliseye uğruyoruz. Tam o sırada Dachau’da çanlar çalmaya başlıyor ve aklıma Ernest Hemingway – Çanlar Kimin İçin Çalıyor kitabının ön sözü geliyor;
“İnsan ada değildir, bütün de değildir tek başına, ana karanın bir parçası, okyanusun bir damlasıdır. Bir kum tanesini bile alıp götürse deniz, küçülür Avrupa. Sanki kaybolan bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurdunmuş gibi. Bir insanın ölümüyle eksilirim ben, çünkü bir parçasıyım insanlığın. İşte bu yüzden sorma çanlar kimin için çalıyor diye, çanlar senin için çalıyor.” – John Donne
Çanlar burada yemek saati, toplanma saati için çalınıyormuş ve o çanlar hala çalmaya devam ediyor.
Krematoryum’a bir nehrin üzerinden, küçük bir köprüden geçerek gidiyorsunuz. Bu geçiş sırasında elektrikli tel örgüler var. Biraz yürüdükten sonra Krematoryum’a ulaşıyoruz. Küçük bir kiliseyi andıran bu bina bir çok insanın ölümüne sebep oldu. Daha önce daha küçük bir Krematoryum varmış o da hala yerinde duruyor. Kapasitenin artmasıyla birlikte yenisini yapmışlar ve aynı anda daha fazla insanı katledebilmişler. Gaz odaları, fırınlar hepsi burada yan yana.
Gözüm Krematoryumun önündeki bir görsele çarpıyor. Gaz odasında öldürülen insanların dağ gibi üst üste Krematoryumun önüne atıldığı bir fotoğraf. Resmen insan dağı olmuş ve biz şu an tam burada bir sürü acı çeken insanın atıldığı noktadayız.
Bu toprak bu insanları unutabilir mi? Ya da bu ağaçlar, bu çiçekler burada çekilmiş acıları, yaşanmış ızdırapları ve duyduğu çığlıkları unutabilir mi?
Kamp alanından üzgün, mutsuz ve yaralanmış şekilde ayrılıyoruz. Umarız insanlık tarihi böyle bir vahşeti bir daha yaşamaz ve barış içinde yaşamayı, sevmeyi, saygı duymayı başarabiliriz.