Konya’da Bir Gün
Yolculukları çok seviyoruz, havalimanı, otogar, liman.. yolculuğu çağrıştıran ne varsa bizi mutlu ve motive ediyor. Seyahatten besleniyoruz. Uzun süre sabit bir yerde kaldığımızda bulunduğumuz alanı terk etmek, hareket etmek istiyoruz. Bir kış günü evde otururken askerlik arkadaşım, Konya’da öğretmen olan Hüseyin’in bir instagram paylaşımını gördüm. “Köy okulundaki çocuklara kitap yardımı yapmak ister misiniz” Hemen Hüseyin’e yazdım, birkaç çocuğun kitap masrafını karşılamak istiyordum ve bu niyetimi arkadaşlarıma açtım.. Onlar da kayıtsız kalmadılar ve dediler ki” neden hepsini biz karşılamıyoruz” gerçekten bu mümkün müydü?
1 haftada kitap paralarını topladık ve çocuklara kitapları gönderdik. 3 gün sonra Hüseyin bir video paylaştı, çocuklar bize teşekkür ediyorlar ve bizi Konya’ya bekliyorlardı.
Zaten yerimizde durabilen insanlar olmadığımız için bu teklife hiç hayır diyemedik ve 1 ay sonrasına sözleşip uçak biletlerimizi aldık. Mevlana’nın şehrine en son askerden döndükten sonra gitmiştim. Yemekleri, şehrin ruhu, huzuru bizi mest etmişti ve gezemediğim birkaç yer vardı. Bu sefer oraları da gezip Konya ile ilgili bir şeyler yazabileceğimi düşündüm.
Yola Çıkıyoruz
Yine saatler 03:00. Biz bu saati seviyoruz, bu saat bizde bir bağımlılık. Bütün yolculuklara hep bu saatte çıkıyoruz, denk geliyor. Genelde seyahat öncesi pek uyunamıyor. Siz buna heyecan veya uyanamama korkusu diyebilirsiniz. Taksiyle havalimanına varıyoruz, taksici saat sabahın üç’ü olmasına rağmen sohbet etmek için elinden geleni yapıyor. Futboldan konu açıyor olmuyor, ülke gündemine giriyor oradan Uzaya giden astronotlara kadar çıkıyoruz fakat, uykusunu henüz alamamış olan bizler pek konuşacak halde değiliz. Gülümseyerek kendisine eşlik etmeye çalışıyoruz.
Sabiha Gökçen havalimanındayız ve uçağımız kalkıyor. Arka koltuğumuzda oturan abi geniz etiyle savaş halinde, arada bir nefesi kesiliyor. Başına bir şey gelecek ve biz etli ekmek yemeğe geç kalacağız diye tedirgin oluyoruz. Tam gökyüzünde pilot “ acil durumdan dolayı Ankara’ya iniş yapıyoruz” dese büyük kalp kırıklıkları yaşarız ama çok uzun sürmez. Hemen Aspava’ya gider güzel bir döner söyleriz.
Uçağa geç kalan orta yaşlı bir çift de koridorun diğer tarafındaki koltuklara oturuyor. Kadın adama “ishal olacak günü buldun, senin kıçın yüzünden uçağı kaçıracaktık” diye sitemde bulunuyor. Ben hafiften kola içmesini tavsiye edecek oluyorum sonra vazgeçiyorum. Kola dirlik ve bütünlük sağlar, kola birleştiricidir.
Yunan mitolojisindeki kanatlı at ile uçuyoruz. Düşük bütçeli yunan mitolojisi olduğu için yemek servisi falan yok. Her an yılan saçlı Gorgon Medusa gelecek ve “oğluuum bizi bırakıp nereye uçuyorsun yiğidim” diyecekmiş gibi.
Uçağa binmeden önce sipariş ettiğim sandviçler ve kahveler geliyor. Kahve bardağı ve içindeki poşet kahvenin çalışma mekanizmasını çözene kadar kahveyi beyaz Sweatshirt üstüne döküyorum. Yolculuk harika gidiyor.
Geniz etiyle verdiği amansız savaşı kazanan abi ve kıçına söz geçiremeyen orta yaşlı çiftle birlikte sonunda Konya’ya iniyoruz. İnmemizle birlikte bir ayindeymişiz gibi herkes aynı anda ayağa kalkıyor ve bir telaşa kapılıyorlar. Bomba ihbarı falan yapıldı da bizim mi haberimiz yok aman Allahım bu ne telaş. Herkes bavullarına yeni doğan yavrusuna sarılan bir anne gibi sarıldı ve ayakta beklemeye başladı. Biz oturuyoruz onlar ayakta, meğerse amaç en hızlı inen kişi olmakmış. Umarım bu işin sonunda bir ödül falan vardır da bu telaşlarına değiyordur.
Ve Konya
Küçük bir havalimanı, uçaktan indikten sonra yürüyerek havalimanına giriyorsunuz ve güvenlikten çıkıyorsunuz. Araç kiralama noktasına uğradık ve arabamızı aldık. Hemen haritayı açıyoruz ve haritada işaretlediğimiz ilk yere doğru yola çıkıyoruz.
JAPON KYOTO PARKI
Havalimanına çok yakın olan JAPON KYOTO PARKI 36bin m2’lik büyüklüğüyle Türkiye’nin en büyük parklarından. Parkın içerisindeki peyzaj çok hoş, geleneksel Japon mimarisine ait yapılar var. Hiç Japonya’da bulunmadım ama bulunmuş kadar oluyorsunuz. Büyük bir gölet var, o göletin içerisinde Japon balıkları yüzüyor.
Köprü gibi bir nokta var o noktaya geldiğinizde balıklar kafalarını suyu dışına çıkarıyorlar ve “yemeek, yemeek” diye bağırıyorlar. Biz tabi ki bunlara pek aldırış etmiyoruz çünkü her yerde “ balıkları beslemeyiniz” tabelaları gözünüze giriyor. Gölün kenarında çay, kahve içebileceğiniz küçük bir cafe bulunuyor. Burada Japonya’ya özgü birkaç yemek, atıştırmalık vs satılmasını beklerdim fakat öyle bir şey yok. Oturup ıspanaklı gözlememizi yiyoruz. Fiyatları Japonya’ya göre makuldür diye tahmin ediyorum.
MEVLANA MÜZESİ
Küçük Japon’ya ziyaretimizden sonra arabaya atlıyoruz ve Karatay’a doğru yola çıkıyoruz. Anadolu’da herhangi bir şehre geldiğimde yerel radyo kanallarını dinlemeyi çok seviyorum. İlginç yerel reklamlar çıkıyor, insanlar komşusuna VJ aracılığyla selam yolluyor, bazısı askerdeki sevgilisine iyi olduğunu söylüyor. Tabi bir de Türkülerimiz var. Bizi biz yapan nağmeler, sözler, hikayeler. Hepsinin ayrı bir hikayesi, yaşanmışlıkları var.
Türkülerin hikayelerini araştırmayı da seviyorum. Bu konuda “Salih Turhan-Notalarıyla Türkülerimiz ve Hikayeleri” iyi bir kaynak. Kitabı ancak sahaflarda bulabiliyorsunuz.
20 dakikalık yolcuğumuz kısa sürüyor, arabayı bir sokağa park ediyoruz ve Mevlana Türbesi’ne doğru yürüyoruz. Türbe etrafında çok sayıda hediyelik eşyacı bulunuyor. Türbeye doğru yürürken kaldırımın üzerinde bir mezar görüyoruz. Mezar taşında “AŞIK SEMİ” yazıyor. Küçük bir araştırma yapıyorum
Kimdir Bu Aşık Semi?
Aşık Semi, Konya’nın ilk belediye başkanı ve asıl adı Ahmet’tir. Dönemin ünlü helvacılarından Mehmet Ağa’nın oğludur. Şiire karşı olan ilgisi baba mesleği olan helvacılıktan onu uzaklaştırmıştır. İstanbul’a gelmiş aşık meclislerine katılmış ve ustalığını kabul ettirmiştir. Üçüncü Selim huzurunda saz çalıp şiirler okumuştur.
Aşık Semi’nin mezarının yanında duamızı ettikten sonra Mevlana Külliyesine giriyoruz. Türbeye girmeden önce hemen avluda küçük odalar bulunuyor. Meğerse bu odalar Derviş odalarıymış. Derviş odaları Mevlevi dervişlerinin, Matbah-ı Şerif’te 1001 günlük hizmetlerini tamamladıktan sonra ikamet ettikleri odalarmış. Her odada iki dervişin kaldığı bilinmektedir. Derviş hücrelerinin bir kısmı da çelebi ve aşçıbaşı odası olarak kullanılırmış.
Türbeden içeri giriyoruz ve o huzuru, mutluluğu hissedebiliyorsunuz. İnsan böyle maneviyat dolu yerlerde hayatını bir kez daha sorguluyor ve yapması gerekenleri, hayatı dolu dolu yaşaması gerektiğini tekrar hatırlıyor.
Hayat bize sunulan bir nimet, iyi insan, iyi vatandaş olarak sevgi dolu yaşamalı ve zamanı geldiğinde pişman olmadan, mutlulukla bu dünyayı terk etmeliyiz. İçeride dolaşırken gözüme ilişen yazıyı da paylaşmak isterim;
Taş Yeşermez. Geçmiş olsa’da Nevbahar
Toprak ol da bak nasıl güller açar,
Taş gibi idin çok gönül kırdın yeter
Toprak ol üstünde hoş güller biter.
– MEVLANA-
Türbeden çıktıktan sonra Müzenin hediyelik eşyalar ve kitap mağazasına uğruyoruz. Birkaç kitap ayracı, kitap ve hatıra kalacak birkaç şey alıp yemek yemeğe gidiyoruz.
Hedefimiz Yemek Yemek.
Hüseyin’den yemek için tavsiye istedik ve bir restaurant tavsiye etti. HALK ETLİ EKMEK.
Küçük bir restaurant ve anladığım kadarıyla Konya’da birçok şubesi var. Saat daha öğlen olmadı, içeride çok fazla müşteri yok. Kapıdan girer girmez güler yüzlü bir genç bizi karşılıyor, tam taş fırının yanında masaya buyur ediyor.
Fırından harika kokular geliyor, hayalini kurduğumuz etli ekmeğe artık çok yakınız. Hemen siparişleri veriyoruz ve heyecanla yemeklerimizi bekliyoruz. Yan masamızda takım elbiseli bir adam İstanbul’dan geldiğimizi anlıyor ve bize yememiz için birkaç öneride bulunuyor. Harika yemekler yedikten sonra sıradaki durağımıza doğru yola çıkıyoruz.
KONYA TROPİKAL KELEBEK BAHÇESİ
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Kelebeklere ulaşıyoruz. Burası bana dışarıdan bakıldığında kocaman bir fanusu anımsatıyor. Gişeye doğru yürüyoruz, o sırada bir okul gezisi gelmiş ve çocuklar içeri girmek için heyecanla sırada bekliyor. Biz de arkalarından sıraya girip biletimizi alıyoruz. Sırayla içeriye giriyoruz ve girdiğimiz an inanılmaz bir sıcak yüzüme vuruyor. İçerisi hamam gibi. Her yerde yazın kafelerde insanların üstüne su püskürten ıstıcı/soğutucular var. İçerisi adeta yağmur ormanı gibi, bin bir renkte çiçekler, fevkalade yeşillikte ağaçlar ve hayatınızda göremeyeceğiniz büyüklükte kelebekler mevcut. 60 farklı türde 20.000 adet kelebek bulunuyormuş.
Kelebekler gelip kolunuza, kafanıza konuyor, herhangi bir çekinme, korkma vs yok. Kelebeklerle fotoğraf çekiliyor ve şaşkınlıkla uçuşlarını, kozadan çıkışlarını ve onlara dair ne varsa her şeyi canlı canlı izliyor, büyük keyif alıyoruz.
Bir saatlik bir geziden sonra bahçenin çıkışına doğru böcekler için hazırlanmış bir alan bulunuyor. Burada da bin bir çeşit böceğin mumyalanmış halini görebiliyor ve onlar hakkında detaylı bilgiler alabiliyorsunuz. Aynı zamanda çocuklar için de eğitim odaları yer almakta. Bu odalarda böceklerle, kelebeklerle ilgili tanıtım filmleri izlettiriliyor.
Kelebek bahçesinden çıktıktan sonra rotamız Kızılören Ortaokulu
1 saatlik bir yolculuktan sonra okula varıyoruz, Hüseyin bizi okulun bahçesinde bekliyor. Sohbet edip hasret gideriyoruz, görüşmeyeli hiç değişmemiş. Görüşmeyeli başımızdan geçenleri anlatıyoruz birbirimize, birkaç askerlik anısının üstünden geçiyoruz sonra okula giriyoruz, çocuklar bizi bekliyorlar. Çocuklarla konuşuyoruz, hayallerinden, başarmak istediklerinden bahsediyorlar. Gözleri pırıl pırıl,her şeyi yapabilecek kapasitedeler. İstemenin, hayal etmenin gücünü biliyorlar. Kimi savcı olmak istiyor kimi polis. İstanbul’a gelirlerse Hüseyin öğretmenlerinden numaramı almalarını söylüyorum ve okuldan ayrılıyoruz.
Hüseyin bizi köyde bulunan bir restauranta götürüyor. Restaurantın tam ortasında bir soba, içerisi sıcacık insanların gözleri gibi. Sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz ve uzun bir aradan sonra geri gelmişiz gibi gülümsüyorlar, selamlaşıyoruz. Yemekler geliyor sohbetler ediliyor, dertleşiliyor. Köşede bal petekleri gözüme çarpıyor. Restaurant sahibi aynı zamanda bal üretiyormuş, arıcılık ve bal üzerine biraz sohbet ediyoruz. Yemek sonrası çaylarımız geliyor, sobaya yaklaşıyoruz, iyice mayışıyoruz. Zaman öyle hızlı geçmiş ki, uçak saatimizin yaklaştığını çok sonradan fark edebiliyoruz. Hüseyin ile helalleşip havalimanına doğru yola koyuluyoruz.
Havalimanına geldiğimizde yorgunluktan bayılacak haldeyiz. Bir köşeye çekilip gün içerisinde aklımda kalanları defterime yazıyorum. Araştırmam gerekenleri not alıyorum. Uçağımız yanaşıyor ve küçük havalimanından büyük bir mutluluk, keyifle ayrılıyoruz.
Hayat iyiliklerle, insanı sevmekle ve yardım etmekle güzelleşiyor. Bir gün tüm bu yaşamı bırakıp gittiğimizde geride bir tek yaptığınız iyilikler ve gülümsemeniz kalacak.
Hayat sadece mutlu olduğumuz, mutlu ettiğimiz günlerden ibaret.
Konya 2023